Ortadoğu'daki bazı rejimler, bir taraftan İslam dünyasının liderliğine soyunduğunu düşünen, diğer yandan da Arap Baharı denen süreci desteklediğinden dolayı Türkiye'ye bir husumet besliyor. Trump'ın açıkladığı asrın anlaşması ya da sözde barış planı da bu amaca hizmet ediyor.
Günler önce, ABD başkanı Donald Trump yıllardır bahsettiği ve ‘asrın anlaşması’ adını verdiği Filistin meselesi ve Orta Doğu ile alakalı sözde barış planını açıkladı. Zamanlamasına bakınca, planın hem Trump’ın hem de İsrail başbakanı Netenyahu’nun seçim kampanyasının bir parçası olduğu aşikâr. Zira her ikisi kendi ülkesinde zor süreçten geçmekte. Öyle ki, azil sürecinden dolayı Trump’ın ikinci başkanlığı tehlikede, diğer yandan da Netenyahu yolsuzluk iddiası ile yargı süreci ve hapishaneye girme tehlikesi gölgesinde tekrar seçime gitmek zorunda.
Ama buna rağmen, bu tehlikeli plan sırf bir seçim malzemesinden ibaret olup altı boş olan bir proje değildir. Aksine, açıklanan tam bir işgal ve ilhak projesidir. ABD onlarca yıldır süregelen sözde ‘barış’ sürecini elinin tersi ile itip, iddia ettiği arabuluculuk rolünden feragat ederek, uluslar arası toplumun önerdiği ve Filistinlilerin haklarından çok azını kazandırma sözünü veren ‘’iki devletli çözüm’’ü ölüme mahkum etmiştir.
Trump’ın asıl açıkladığı şey, İsrail’in onlarca yıldır devam ettirdiği zulüm işgal ve ilhak politikalarını meşru kılmak ve yasadışı yollar ile elde ettiği bütün kazanımları yasal olarak kabul edip oldu bitti ile Filistinlilere ve bütün dünyaya empoze etmektir.
Projenin diğer ayağı
Fakat, tehlikesine ve çirkinliğine rağmen, bütün bu anlatılanlar projenin sadece bir ayağıdır, Filistin meselesi ile alakalı olan. Onun yanında bir de bölge ile ve bölge düzeni ile alakalı bir ayak daha var ki, orası Türkiye’yi çok ilgilendirir.
2002 yılında Beyrut zirvesinde bütün Arap ülkelerini kapsayan Arap Devletleri Ligi Suudi Arabistan’ın o zaman ki veliahdı olan prens Abdulllah’ın önerdiği girişimi benimsemiştir. Girişim Arap ülkelerin ancak Filistin meselesi iki devletli çözüm doğrultusunda bir Filistin devleti ile sonlandığı zaman İsrail ile normal ilişkiler sergileyebileceğini söylüyor. Ki, bunca yıldır İsrail ile barış anlaşması imzalayan Mısır ve Ürdün dışında hiç bir Arap ülkesi normal diplomatik ilişkiler kurmamıştır, Mısır ve Ürdün ile olanlar da sadece diplomatik ve ticari ilişkilerden ibaret olup halk nezdinde bir karşılığı ve kabulü olmamıştır.
Fakat, buna rağmen, son yıllarda İşgal devlet başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere bir kaç Arap ülkesi ile ilişkileri ilerletip bunu askeri tatbikat seviyesine ulaştırmıştır.
Değişen paradigma
Kısacası, bazı rejimler için Arap dünyasının paradigması artık değişmiştir, bundan sonra düşman ve hasım olan işgal devleti değil bölgede nüfuzunu artıran ve körfez ülkeleri için tehlike arz eden İran olacaktır. Fakat bu rivayet İran ile sınırlı kalmayıp pratikte ve sahada Türkiye’yi de içine almış durumda.
Mart 2018’de Mısır’a gerçekleştirdiği bir ziyaret sırasında gazeteciler ile buluşan Suudi Arabistan veliahdı Muhammed Bin Salman Türkiye’yi İran ve radikal İslamcı hareketler ile beraber ‘şer üçgeni’ içerisinde saymıştır. Bu demeç daha sonra Suudi Arabistan’ın Ankara büyükelçiliği tarafından yalanlanmış olsa da, bazı gelişmeler buna bir miktar gerçeklik payı katmaktadır.
2019’un başında aralarında Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi, İsrail ve Mısır olan yedi ülke Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF) kurup, Doğu Akdeniz’de en büyük kıyıya sahip olan Türkiye’yi dışlayarak doğal gazı paylaşma gayretlerini ilan ettiler. Aynı zamanda da Türkiye’nin Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerini ilk kınayan taraflar olmuştur.
Raporlara göre, PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan YPG’nın finansmanı bazı Arap rejimlerden gelmektedir. Suudi Arabistanlı bir bakanın oraya gidip YPG’nın sözde liderleri ile toplantılar yaptığı bilinmektedir.
ABD ve Rusya’nın girişimlerine karşı bir ses çıkarmayan Arap Devletleri Ligi Türkiye’nin kendi milli güvenliğini ve sınırını korumak adına Suriye’de başlattığı harekatları her zaman kınamıştır.
Hatta ve hatta, Türkiye’nin Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ve ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşınmayı kapsayan kararına karşı İİT’nın dönem başkanı olarak düzenlediği Kudüs Konferansı’na bazı devletler bakan ya da bakan yardımcısı düzeyinde çok düşük temsil göstermiştir.
Ortadoğu’daki bazı rejimler, bir taraftan İslam dünyasının liderliğine soyunduğunu düşünen, diğer yandan da Arap Baharı denen süreci desteklediğinden dolayı Türkiye’ye bir husumet besliyor ve Trump’ın açıkladığı asrın anlaşması ya da sözde barış planı bunu hedeflemektedir.
Trump’ın ilanından sonra gerek sayın Cumhurbaşkanı gerekse Dış İşleri nezdinde en sert ve açık sözler ile reddedilen, ve daha sonra TBMM’deki beş partinin imzası ile kınanan bu projenin hedefinde Filistin meselesi olduğu kadar Türkiye de var. Bunu böyle anlamak gerek, ki Türkiye’nin takdire şayan yüksek çıtalı duruşu bunu gösteriyor zaten.
Filistin’in birliği
Tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Trump’ın açıkladığı yanlı plan 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması gibi iki tarafın rızası ve imzalaması ile gerçekleşecek türden değildir. Tersine, hedef, Filistinliler kabul etmese de (ki etmediler) emri vaki yaparak sahadaki değişikliklere yasal ya da siyasi zemin hazırlayarak meşru gibi göstermek ve daha sonra daha ileri ve tehlikeli adımlara ve aşamalara geçmektir.
Son olarak ve özet ile bu tehlikeli planın birbiriyle bağlantılı iki ayağı vardır ve başarısız bırakılacaksa reddetmek ile yetinmeyip her iki alanda mücadele vermek lazım. Bu projeye karşı ilk ve en güçlü olan duvar zorluklara ve zor şartlara rağmen halen mücadelesini devam ettiren Filistinliler. Onlara yardım etmek, birliklerini dirençlerini ve gücünü desteleyip artırmak dünyadaki herkesi ve özellikle Türkiye başta olmak üzere Trump’ın planından zarar görecek olan ya da memnun olmayan herkesin tarihi sorumluğudur.