Küresel Covid-19 salgını sebebiyle 100 binden fazla yurttaşını kaybeden ve şimdi de Minneapolis’te siyahi yurttaş George Floyd’un polislerce gözaltına alınırken öldürülmesinin ardından başlayan protestolarla yüz yüze kalan ABD’de neler oluyor? ABD iç siyasetini yakından takip eden Işık Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ödül Celep, ABD’de yaşanan son gelişmelerin tarihsel, sosyolojik ve siyasi altyapısını değerlendirdi.
“ABD baştan beri kendi içinde çatışmalı bir ülke”
ABD’nin kurulduğu zamanlardan bu yana toplumsal anlamda kutuplaşan ve siyasal olarak kendi içinde çatışmalı bir toplum olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Ödül Celep, “Bugün de bunun yansımalarını görüyoruz. 1860’lardaki iç savaşta ABD kölelik üzerine büyük bir kırılma yaşadı ve kölelik karşıtı Kuzey’in zaferiyle sonuçlandı. Bundan yüz yıl sonra 1960’ların ortasında siyahilerin eşitliği konusunda büyük adımlar atıldı ve yine büyük çatışmalar, toplumda kırılmalar yaşandı. 1960-70’lerde Vietnam Savaşı ve özgürlük hareketlerinin ortaya çıkması, 1980’lerde yeni sağın ve özellikle Hristiyan sağının yükselmesiyle yine büyük kutuplaşmalar yaşandı. Oğul Bush’un Irak Savaşı da çok tartışmalıydı. Ardından gelen Demokrat Obama’nın iki dönemlik başkanlığı da Amerikan sağını uzun süre mobilize etti. Ve en son Trump’ın başkan seçilmesi, ABD’yi güçlü bir şekilde ikiye böldü. Covid-19 salgını da böyle bir kutuplaşmanın üzerine yaşandı. Mevcut kutuplaşma; ırkçı polis Derek Chauvin’in siyahi şüpheli George Floyd’un keyfi nedenlerle ölümüne neden olması ve sonrasında yaşanan protestolarla eklenen yeni boyutlarla da devam ediyor. Dolayısıyla bugünlerde yaşananları doğru okuyabilmek için aslında Covid-19 salgınını, Trump yönetiminin son zamanlardaki sosyal, siyasal, ekonomik politikalarını, salgınla ilgili yaklaşımını ve Kasım 2020’deki başkanlık seçimlerini birlikte düşünmek gerekiyor” dedi.
“Kutuplaştırıcı yaklaşımları bir stratejinin parçası”
Trump’ın keyfi davranma motivasyonu oldukça yüksek bir lider profili çizdiğini kaydeden Prof. Dr. Ödül Celep, “Ancak ABD’de kurumlar ve özellikle hukuk devleti gibi unsurlar görece yerleşik olduğu için istese de her anlamda keyfi davranamıyor. Bazı Trump karşıtları ise; tekrar seçilmesi durumunda çok daha kontrolsüz ve abartılı keyfi davranacağı endişelerini dile getiriyor. Örneğin Obama’nın getirdiği sağlık sistemini tersine çevirmek için çok uğraştı, ancak istediği ölçüde başaramadı. Yine dış siyasette; her ne kadar oğul Bush kadar cengaver olmasa da İslamofobik olduğunu ve Hispaniklerden de çok hazzetmediğini bazı tercihleriyle görmüş durumdayız. ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıtması, Meksikalılardan ‘tecavüzcü’ diye bahsetmesi ve Meksika duvarı konusunu gündeme getirmesi, Covid-19 virüsünden sürekli ‘Çin virüsü’ olarak bahsetmesi ve son günlerde Çin ile fazlaca uğraşması da benzer kutuplaştırıcı motivasyonlar. Bunlar kesinlikle bir tesadüf değil, stratejik bir planın parçası. Agresif tarzını her gün yukarı çekmesi ise; yaklaşan başkanlık seçimleriyle alakalı. Trump bunları; kendisine oy veren sadık seçmen tabanını ve özelde Amerikan sağını, yaşadıkları endişe ve korkuları provoke ederek kendi etrafında sıkı sıkı kenetlemek için yapıyor diyebiliriz. Hatta bazı gazete yorumlarında ‘kaybedeceğini bildiği için’ bunları yaptığı bile iddia ediliyor” diye konuştu.
“Hristiyan sağcısı değil ama onlarla 'dans etmek' zorunda”
Donald Trump’ın toplumsal yaşam ya da bireysel hayat tarzına ilişkin konularda Hristiyan sağı kadar büyük ısrarları olmamasına rağmen, kendisine oy veren kitlenin taleplerini yansıtan tutumlar sergilediğine dikkat çeken Prof. Dr. Ödül Celep, “Örneğin kürtajın yasaklanması gibi bir konu, Trump için samimi olarak önemli bir konu değil. Ama kendisi Hristiyan sağcısı olmasa bile, kendisine oy verenler arasında Evanjeliklerin önemli bir ağırlığı olduğu için, tabir yerindeyse Hristiyan sağı ile ‘dans etmek’ zorunda hissediyor. Donald Trump; özellikle ekonomik görüş anlamında oldukça sağcı ve sosyal adalet karşıtı bir figür. Ben 1’den 10’a kadar, 1’in en sol, 10’un en sağ olduğu bir ölçekte Trump’a çok rahat 9 verirdim örneğin. Özellikle Covid-19 salgını konusunda çok geç adım attığı, salgınla mücadelede isteksiz davrandığı, insan hayatına neredeyse hiç önem vermediği konusunda birçok yorum yapıldı. Halen kamuoyu araştırmalarında Trump’ın Kasım 2020 başkanlık seçimlerinde rakibi olacak Joe Biden’ın salgın konusunda daha güvenilir olduğuna dair birçok anket sonucu yayımlanmaya devam ediyor. Ancak ironik bir şekilde Amerikalılara ekonomi konusunu kim daha iyi yönetir sorusuna verilen yanıtlarda da Trump’ın ağırlığı öne çıkıyor” dedi.
“Kasım’da yenilirse popülist sağ gerileyebilir”
Donald Trump’ın, popülist sağın ve uzun zamandır akademik anlamda tartışılan yeni radikal sağın bir çehresi olarak görüldüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Ödül Celep, “Donald Trump, diğer demokratik sayılan ülkelerdeki bazı seçilmiş liderlerle de benzerlik anlamında kıyaslandı. Brezilya’nın Bolsonaro’su, Macaristan’ın Orban’ı, Fransa’da başkanlık seçimini kaybetse de büyük bir yükselişe geçen Marine Le Pen gibi... Bu tarz bir popülist sağın temel özellikleri öncelikle yabancı düşmanlığı, ulus-devletçilik refleksleri, küresel ve enternasyonel değerlere düşmanlık ve kapalılık, ekoloji karşıtlığı ve yer yer İslamofobi, homofobi, anti-Semitizm gibi çeşit çeşit ‘fobik’ siyasetler ve algılardır. Eğer Trump kaybederse, belki de bu; bu tarz bir popülist sağ siyaset açısından ‘sonun başlangıcı’ gibi okunabilir. Kasım’da Joe Biden kazanacak olursa bunun dünya siyasetinde öncelikle rahatlatıcı ve ‘normalleştirici’ bir etkisi olacaktır, küresel anlamda demokrasiye ve demokratik sistemlere güven tazelenecektir ve elbette bu etki diğer ülkelere de yayılabilir” diye konuştu.
Hibya Haber Ajansı