Hanoğlu, raporun içeriğine bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu kimliğini, egemenlik mimarisini ve toplumsal bütünlüğünü hedef alan taleplerin sistematik biçimde sıralandığını ifade etti. “Bu metin bir barış belgesi değildir, bir hak genişletme çalışması değildir. Bu metin, devleti içeriden aşındırmayı amaçlayan sinsi bir tasfiye planıdır” dedi.
“TALEPLER MASUM DEĞİL, BİRLİKTE OKUNDUĞUNDA PARÇALAMA PLANI”
Raporda yer alan taleplerin tek tek ele alındığında masum gibi sunulduğunu, ancak birlikte okunduğunda devlet-toplum-vatan bütünlüğünü hedef aldığının açıkça görüldüğünü belirten Hanoğlu, anayasanın eğitim, vatandaşlık ve yerel yönetimlere ilişkin maddelerinde istenen değişikliklerin “yumuşak bölünme” sürecinin hukuki zeminini oluşturduğunu söyledi.
Anayasa’nın 42. maddesinde ana dilde eğitime yönelik talebin, ortak vatandaşlık bilincini zayıflatacağını ifade eden Hanoğlu, “Türkiye’de her dil yaşatılır, korunur ve öğrenilir; ancak devletin dili ve eğitim dili Türkçedir. Ortak düşünme zemini dağıtılırsa ortak gelecek de dağılır” değerlendirmesinde bulundu.
“TÜRKLÜK ETNİK DEĞİL, KURUCU SİYASAL KİMLİKTİR”
Vatandaşlık tanımından Türklük unsurunun çıkarılmasına yönelik talebin, çoğulculuk değil devletsizlik anlamına geldiğini vurgulayan Hanoğlu, “Türklük, Anayasa’da etnik bir tanım değildir; kurucu, kuşatıcı ve hukuki bir üst kimliktir. Bu omurga çıkarılırsa yerine bilinçli bir muğlaklık konur. Muğlaklık ise parçalanabilir devlet statüsünün kapısını aralar” ifadelerini kullandı.
“YEREL ÖZERKLİK TALEBİ, DEVLETLEŞME PROVASIDIR”
Yerel yönetimlere daha geniş siyasi yetkiler verilmesi çağrısının hizmet odaklı bir düzenleme olmadığını belirten Hanoğlu, bunun Irak ve Suriye örneklerinde görülen proto-devlet yapılarını Türkiye’ye taşıma girişimi olduğunu dile getirdi. “Yerel yönetimler hizmet birimidir, egemenlik alanı değildir. Egemenlik paylaşılamaz, pazarlık konusu yapılamaz” dedi.
“TERÖRLE MÜCADELE ZAYIFLATILMAK İSTENİYOR”
Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması, güvenlik güçlerinin geri çekilmesi ve silah bırakan örgüt mensuplarının tam entegrasyonu gibi taleplerin, geçmişte ağır bedeller ödeten hendek terörünü hatırlattığını söyleyen Hanoğlu, “Devletin önleyici güvenlik refleksleri yok edilmek isteniyor. Devlet ancak darbe yediğinde tehditten haberdar olursa, bunun adı hukuk devleti değil, felç edilmiş devlettir” ifadelerini kullandı.
“TERÖR MEŞRUİYET ÜRETEMEZ”
Raporda terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’a yönelik taleplere de değinen Hanoğlu, “Eli kanlı bir terörist barışın kurucu aktörü gibi sunulamaz. Terör ve silah hak doğurmaz, statü kazandırmaz, muhataplık üretemez” dedi. Bu tür adımların toplumsal vicdanda derin yaralar açacağını ve örgüte yeni bir meşruiyet alanı kazandıracağını vurguladı.
“BU MESELE BİR HAK DEĞİL, TERÖR SORUNUDUR”
Hanoğlu, Türkiye’de “Kürt meselesi” başlığı altında yürütülen tartışmaların özünde bir hak eksikliği değil, Kürt etnik kimliğini istismar eden küresel ve bölgesel bir terör projesi olduğunu ifade etti. “Amaç, Kürtleri önce kullanmak, sonra köleleştirmek ve nihayetinde sömürmektir. Bu plan, Türkleri ve Kürtleri karşı karşıya getirmeyi hedeflemektedir” dedi.
“DEVLET PAZARLIK MASASINA YATIRILAMAZ”
Açıklamasının sonunda Türk ve Kürt halkı arasındaki tarihsel kardeşliğe vurgu yapan Alper Hanoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti kimseyi dışlamaz, kimsenin varlığını inkâr etmez. Ancak kendini pazarlık masasına da yatırmaz. Devlet çözümün ta kendisidir” ifadelerini kullandı.
Hanoğlu, sözlerini şu çağrıyla tamamladı:
“Bu tespitlerimiz, kanı birbirine karışmış Türk ve Kürt kardeşlerim içindir. Gayya kuyusuna inenlerle inmeyin. Terör örgütünün peşine düşmeyin. Hakk’ın emaneti olan vatan, devlet, kardeşlik ve bayrak adına, tarihe karşı sorumluluğumuzu unutmayalım.”