YÖK daha da cesur olabilir..
Rıfat Sarıcaoğlu / Vatan
Son dönemde çok eleştirilse de YÖK birçok konuda önemli adımlar attı. Birkaçına göz atmak gerekirse; en fazla sayıda
üniversite mevcut YÖK döneminde açıldı.
Eskiden ülkemizde devlet ve vakıf olmak üzere iki ana statüde
üniversite açılması mümkündü. Son dönemde artık devlet, vakıf (holding, K-12: ilk ve ortaöğretimin devamı, dershane kökenli, dershane ve K12 kökenli, STK: Sivil toplum örgüt kökenli, cemaat, sadece yükseköğretim kökenli ve kamu kuruluşlarına ait vakıf kökenliler) şeklinde, uluslararası nitelikteki bir sınıflandırma kapsamında
üniversiteler açıldı. Bu süreçte
ilk aşamada talebin karşılanması üzerine yoğunlaşıldı. Şu anda da ikinci evreye geçildi ve "kaliteye" odaklanılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla Türk
üniversiteleri bu YÖK yönetimi döneminde kapılarını eskiden olmadığı kadar uluslararası alana yani yabancı
öğrenciye açmış oldu.
Hatta son olarak 2
üniversitemiz; Bilkent ve ODTÜ, (Ankara'yı tebrik etmek gerekiyor) dünyadaki en iyi 200
üniversite arasına girdi. Bu gelişme, eminim ki diğer
üniversitelerimize hatta bütün diğer illerdeki
üniversitelerimize ilham kaynağı olacaktır.
***
YÖK aslında stratejisini (tam olarak) açıklamasa da en çok talebin karşılanması ve "kalite" kavramı üzerinde durdu.
Ancak, hâlen bu iki konuda daha yapılacak çok iş ve geleceğe dönük endişeleri gidermek üzere atılacak birçok adım var.
Mevcut YÖK yönetimi eğitimin sadece elitler için olmadığını gösterdi. Bazen emekleme süreci olmaksızın adımları çok hızlı attı ve tökezledi, bazı kararlar herkes için eşit uygulanmadı, bazı kararlar sorgulandı ve çok tartışıldı (türban, vakıf üniversitesi izinleri vs.) ama sonuçta iki ana konuda ülkemizde mevcut yasaların elverdiği ölçüde yol alındı. En çok göz ardı edilense YÖK'ün bunları 10 yıl önce kaç eleman çalıştırıyorsa aynı sayıda eleman çalıştırarak gerçekleştirmiş olduğu. Sevelim sevmeyelim; takdir edelim, eleştirelim, 12 Eylül'ün ürünü diyelim ama son 30 yıldır YÖK birçoğumuz için hayatımızın bir parçasıydı.
Mevcut sistemde talebi karşılamak ve havuzdaki talebi daha hızlıca eritebilmek için daha cesur adımlar atılması lazım ve hâlen böyle bir şans mevcut.
Önce, merkezi sınav sonuçları bir yıl geçerli ve
öğrenciler şubat ayında da boş kontenjanlara için tercihte bulunabilecek. Bence en büyük adım ise, 25+ yaşa (çalışan bireyler) fırsat tanınması. Böylece Türkiye yükseköğretimin sadece 18-22 yaş grubuna özgü olmadığını kabullenerek gerekli yasal düzenlemeleri yapabilecek. Operasyonel anlamda
üniversitelerin daha dinamik yapıya kavuşması lazım. Burada da iş, rektör ve dekan olma koşullarıyla başlıyor. 67 yaş sınırı veya profesör olma gerekliliği artık dünyaca kabul görmüyor. Örneğin birçok
genç doçent yönetsel açıdan yetenekli olabilir ve kısıtlamanın kimseye faydası yok.
***
Bundan sonra eğitimde Türkiye'nin atacağı en cesur adım da zorunlu öğretim yaşının 16'ya yükseltilmesi ve yeni anayasada yukarıda saydığım (devlet, vakıf, özel, uluslararası)
üniversite çeşitlerine göre yeni kanunlar çıkarılıp 2547 sayılı yasanın yerine konulması olacak.
Bakalım YÖK katılım oranını artıracak ve kendisiyle ilgili yeni düzenlemede bu cesareti de gösterebilecek mi?
Bir gerçek daha var ki eğer anayasa değişmezse, mevcut yasalarla devlet yarattığı birçok
kurumu daha doğmadan kendi elleriyle boğmak zorunda kalacak. ve bu anayasayla YÖKdaha ne kadar gücü kendi elinde tutmaya çalışacak? Unutulmamalı ki dünyada en başarılı sistemler merkeziyetçi olmayıp yol gösterici ve denetleyici olan sistemlerdir.